Kim Kime, Dumduma
Kim Kime, Dumduma
Değerli dostlar hatırlarsınız daha önceki bir yazımızda şöyle demiştik. “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete”, düzen bozulmuş, iş çığırından çıkmış, saygının sevginin hoşgörünün kalmadığı bir ortamda nereye gittiğimizi bilen kaç kişi çıkar acaba aramızdan?
Bazen sözün bittiği yere nokta olarak ”Dünyanın çivisi çıkmış” dokunuşunu koysak hiçbirimiz yadırgamayız sanırım.
Günlük enflasyona ayak uydurmaktan yorulduk, Devlet baba geleneğimizin bu kadar su istimal edildiği, psikolojik olarak her türlü alım satıma içgüdüsel olarak eklediğimiz zamların nedense bir türlü önüne geçemiyoruz. Dünya ve Avrupa ülkelerine baktığımızda enflasyonun en yüksek seyrettiği Ülkelerden biriyiz diyebiliriz. Kendi kıtamız olan Avrupa kıtasında yıllık olarak 0,5 ile en fazla 3,5 arasında olan enflasyon bizde neden bu kadar yüksek çıkıyor? Avrupa’da enflasyon bu denli düşük seyrederken bizler ithal edilen mallar için neden kendi içimizdeki değirmene bu kadar yüksek paralar ödüyoruz ya da kendi ürettiğimiz mallar için neden fahiş fiyatlar uygulayıp döviz karşısında paramızın değerini düşürüyoruz, dur diyen yok.
Amerika’da kuş gribi varmış, bizim yumurtaya yüzde yüz zam. Limonda yeni mahsul henüz çıkmadığı için eldekilerini uygun fiyata yurt dışına gönderiyormuşuz diyerek limona zam. Düzene bakar mısınız, ne soran var ne de sorgulayan.
Kısaca, dışarıdakiler bu canavarı bizim üzerimize salmadıklarına göre, demek ki bu canavarı kendi içimizde biz büyütmüşüz farkında değiliz. Kârı da bize, zararı da bize derken, bazı kesimleri ezmiş neredeyse sefaletle baş başa bırakmışız. Bazı stokçu, çıkarcı, menfaatçi, toplumdan uzak kesimleri ise sıfırdan tepelere oturtmuş, her türlü artışı onların iki dudağının arasına bırakmışız.
Şarkının birindeki sözler aklıma geldi, hata benim suç benim…
Yapımız bozuldu, temelimiz yıkıldı.
Hani “Dünyanın çivisi çıkmış” dedik ya, artık televizyon açmaya, haber izlemeye ya da dizi filim diye her türlü senaryonun bir arada yazıldığı, gündüz kuşağında ise kimin eli kimin cebinde belli olmayan yayınları izlemekten korkar olduk.
On yaşındaki çocuktan büyüğüne kadar her türlü kesici, vurucu ya da öldürücü alete bu kadar sahip olabileceğimiz kimin aklına gelebilirdi ki daha önce. En küçük kızgınlıkta öldürmeye kadar giden beyinler sonunu düşünemez, göremez bir hale gelirken bunun en büyük nedeni kullanılan uyuşturucudan başka ne olabilir ki diyemedik bir türlü.
Oysa çok basitti ağzımızdan çıkması gereken iki çift söz, “aklı başında olmayan beyinler değil midir ki, kadını ve çocuğu vahşice öldürebilen, soygunculukta sınır tanımayan, organ mafyası olmaya özenen”.
Perdenin gerçek yüzüne bakmak, gerçeği yerinde bir akılla sorgulamak niye bu kadar zor geliyor çözemiyoruz bir türlü. Gasp, intihar, trafik kazası, fuhuş, anneye, babaya saygının olmadığı, düşmanının en yakınında olduğu bir aklın sorgulanmasından ziyade, o akılların dönüşü olmayan bu yola nasıl girdiklerinin çözümü üzerinde durmamız gerektiğini kim elimizden alabilir ki?
Temel noktamız gençlerimizi kaybetmemek üzerine yoğunlaşmış olsaydı belki de bugün daha farklı bir toplumu konuşmuş olmayacak mıydık hep birlikte.
Kaybediyoruz, geleneğimizi, göreneğimizi, toplum yapımızı, geleceğimizi mumla arar olduk. Bizi biz yapan, bizi diğer toplumlardan ayıran değerlerimizi kaybediyoruz. Gittiğimiz yolun çıkmaz olduğunu bildiğimiz halde üzerimize düşeni almakta ya da sorumluluk sahibi olmakta sıkıntı yaşıyoruz.
Okulda öğretmene, işte ustaya, mahallede büyüğe, apartmanda komşuya gönül sofralarının her daim açık olduğu biz, ne yazık ki çok çabuk olduk siz…
Sağlık ve huzurka kalın.
Mehmet DUMAN
0 Yorum